Cumhuriyet Gazetesi / 24 Aralık 2023

 

Cumhuriyetin kurucularından, Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşı İsmet İnönü’yü 50. ölüm yıldönümünde anıyoruz.

Büyük milletler, kadirbilir, kendilerine hizmet eden evlatlarını unutmayan milletlerdir. İsmet İnönü, kendi deyişiyle, bütün ömrü boyunca, her zaman, elde edilmesi millet için aziz olan bir amaç peşinde koşmuştur. Gençliği, bir büyük imparatorluğun çökme tehlikesine karşı endişeyle ve bir çıkış yolu arayarak geçmişti. Çareyi, kendisi gibi vatansever arkadaşlarıyla birlikte Mustafa Kemal’in önderliğinde girdiği ulusal direnişte bulmuş, ilk zaferlerini cephelerde, Büyük Millet Meclisi tarafından seçilen ilk Genelkurmay başkanı olarak kendi kurduğu düzenli ordu ile kazanmıştı.

Türkiye’nin son zamanlarda içinde bulunduğu buhranlı dönemler, bize, arada sırada geriye döndüğümüzde “Biz daha önce de buralardan geçtik” dedirtiyor.

LOZAN FATİHİ

Böyle bir ortamda, henüz kırk yaşına varmadan, çizmelerini çıkarıp gittiği Lozan’da, bizi esarete mahkûm eden Sevr Antlaşması’nı yırtarak dünyanın en büyük güçlerine yeni Türk devletini kabul ettirmiş; ama o müzakerelerden saçları beyazlamış olarak dönmüştü İsmet Paşa.

İkinci Dünya Savaşı’nda çevremiz dört bir yandan sarılmışken büyük bir diplomasi cambazlığıyla, her iki blokla da hassas bir denge kurup, kimsenin burnunu kanatmadan, bağımsızlık ve bütünlüğümüzü bozmadan ülkeyi düze çıkaran da İsmet İnönü olmuştur. Belki bazı çocukları şekersiz bırakmıştır; ama babasız bırakmamıştır. Devlet hazinesini o zor günlerde bile boşaltmamış, kimseye muhtaç durumda kalmamıştır.

Roosevelt, Churchill gibi Türkiye’yi bir an önce savaşa sokmak isteyen dünya liderleriyle, bir büyük devlet adamı olarak, masa başında kıyasıya mücadele etmiştir. Adana’da kendisine bol keseden askeri yardım vaat eden Churchill’e “Bize silah vermeyi teklif ediyorsunuz. Ne miktar isterseniz vereceğiz diyorsunuz. Fiyatı nedir, nasıl ödenecektir, bunlara dair bir şey söylemiyorsunuz. Bize bu emniyetin sebebi nedir” diye sorabilmiştir.

Onlarla ilişkilerinde her zaman eşitlik ilkesine önem vermiştir. Kendisini Kahire’ye davet eden ABD başkanına “Eğer, davetin nedeni zaten Türkiye’nin kaderiyle ilgili alınmış kararların kendisine sunumu olacaksa, bu çağrıyı reddedeceğini” bildirmiş, karşı tarafın teminatı üzerine, Roosevelt’in damadı tarafından kullanılan uçağa binerek toplantıya gitmiştir.

2. DÜNYA SAVAŞI POLİTİKASI

Yine, yoğun baskılar altında kaldığında, çevresindeki güvenlik önlemlerinden şikâyet etmiş; Churchill, “O senin gördüklerin bir şey değil, bizi 25 tane hava filosu da yanımızdaki havaalanlarından koruyor. Bir de 300 kadar uçaksavar topu var” deyince “Ya, demek öyle! Bizim koca İstanbul’umuzun korunmasına bir buçuk filo yeter diyorsunuz, burada futbol sahası kadar yere 25 filo yetmiyor, öyle mi?” diye taşı gediğine oturtabilmiştir.

Daha da anlamlısı, İsmet İnönü, dünya dış politikasının iç yüzünün sanıldığı gibi olmadığını görmüş ve “Bunlar dünyanın en büyük demokrasileri, ABD ile İngiltere; ama, liderleri, burada, kimseye sormadan, istedikleri gibi karar veriyorlar, bizi de tek partili bir memlekette, bir nevi, diktatör sanıyorlar; halbuki bende bu kuvvet yoktur; çünkü parti grubum vardır, Meclis’im vardır ve çok uyanık bir kamuoyum vardır” diyerek daha o günlerden, demokrasiye olan inancını belli etmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında, unutmayalım ki Dışişleri Bakanlığı’nın tüm değerli uzmanlarını yanına almış ve onlarla birlikte politikasını belirlemiştir.

Bir asker olarak “Efendiler, Türk milletinin temel özelliği, sanıldığı gibi, savaşçı olmak değildir, uzun zamandan beri haksız hücumlara göğüs germek zorunda kaldığından dolayıdır ki bu dönemlerde savaşçı özelliği dikkatleri üzerine çekmiştir. Türk milletinin temel özelliği, barış ve anlaşma alanında uygarlık ve ilerleme unsuru olmalıdır” diyebilmiştir.

1963 yılında Türkiye’yi Avrupa Birliği sürecine sokan İnönü olmuştur. “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye yerini alır” diyerek çaresiz olmadığımızı da o zaman vurgulamıştır.

Anımsanacak daha çok örnek var; ama asıl önemlisi, sanırım, bu güvenin, kendine güvenin nereden kaynaklandığı… İsmet İnönü, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Harp Okulu’ndan birincilikle mezun olmuştur. Hayatı boyunca kendisini eğitmekten vazgeçmemiştir. Fransızca, Almanca ve İngilizceyi çok iyi öğrenmiştir. Abdülhamit’in istibdat döneminde, gizlice, Batı dünyasının klasik edebi eserlerini okumaya başlamış, okuma tutkusundan hayatının sonuna kadar vazgeçmemiş, arkasında içlerinde bilimsel ve dini eserler de olan sekiz bin kitaplık bir kütüphane bırakmıştır. Savaş içinde bile Devlet Konservatuvarı’nın kurulması için çabalamış, eğitim seferberliğine girmiştir. Operadan, baleden, resimden zevk almış, ata binmiş, viyolonsel çalmıştır.

SON ZİYARET ATATÜRK’E

“Türk inkılabı dendiği vakit, bunun, kadının kurtuluş inkılabı olduğu beraber söylenecekti” sözleriyle, kadınlara verdiği değeri belirtmiştir.

İsmet İnönü, imzaladığı Lozan Barış Antlaşması’nın ve kurucularından olduğu Cumhuriyetin ellinci yılını gördükten sonra hayata 25 Aralık 1973 günü veda etti. Son ziyaretini hastalanmadan kısa bir süre önce, “Aziz Şefim, Velinimetim, Eşsiz Kahraman” diye andığı Atatürk’e yapmıştı. Her zamanki gibi frakını giymiş, eşi Mevhibe Hanım ve benim de aralarında bulunduğum torunlarını yanına alarak Anıtkabir’e gitmiş, büyük önderin, en yakın arkadaşının huzurunda saygı duruşunda bulunmuştu. İkisi orada da birbirlerinden ayrılmayacaklardı.

Cumhuriyetimizin yüzüncü yıla ulaşması, sonsuzluğa ulaştıktan sonra da Atatürk ve İnönü’nün ve onların izinden gidenlerin ebedi eserleri olarak yaşayacak ve onları daima hatırlatacaktır. Anıtkabir’deki iki kahramanımız rahat uyusunlar!